Newroz Bayramı ile tanışan içimdeki Çocuk

Newroz Bayramı ile tanışan içimdeki Çocuk

     Çocuklukta insanın başından geçen olaylar, adeta beyninin en derin yerinde iz bırakıyor. Yüz yıl geçse bile insan çocuklukta yaşadıklarını unutmaz.
     Çocukluğumun heybesini sırtımda taşıdığım bir bahar günüydü. Gene her zamanki gibi ben ve abım koyunları otlamaya çıkmıştık sabahın ilk ışıklarından. Bazen güneş daha Cudi’nin hikmetli yüzüne karışmadan evden çıkıyorduk. Bazen de güneş Cudi’nin ardından sımsıcak yüzünü gösterip güldükten sonra çıkıyorduk. Güneşın Cudi’nın ardından çıkıp yüzünü gösterdiği günlerde evden çıkmamız her zaman daha mutlu, huzurlu ve sevinçli oluyorduk. Buda bize hiç gülmeyen güneşin sıcak yüzünden olsa gerek.
       İçinde iki tandır ekmeği, biraz otlu peynir, iki kırılmaz çay bardağı, biraz kaçak çay ve hem içmek hem de çay yapımında kullanmak için bir bidon su ile dolu  olan heybem, her  zamanki gibi boynumdaydı. Heybeyi boynuma sardığım gibi heybenin boynuna da simsiyah çaydanlığı asmıştım. Sonuç olarak ikisi de boynumdaydı ama ben çaydanlığı heybenin için koyabildiğim halde heybenin boynuna sarkıtmıştım. Öcümü adeta heybeden çıkartıyordum böylece. 
    Çobanlık yapanlar bilir. Her çobanın yemeğini taşımakla mükellef olan bir eşeği vardır. Bizim eşeğimiz o sene yoktu maalesef. Hatırlamıyorum neden olmadığını. Tek hatırladığım boynuma heybeyi takıp beni abimle koyunları otlamaya göndermeleriydi.Yani ben bir nevi eşek görevini yapıyordum. Tabii ki bununla da kalmıyordu. Üstüne üstüne abım beni hayvanları çevirmek için ya da hayvanların arazilere girmemesi için de görevlendiriyordu. Bir yandan boynumdaki heybeyle uğraşırken bir yandan da hayvanlarla uğraşmanın zorluğu ile baş başaydım. Daha altı veya yedi yaşlarındaydım hatırladığım kadarıyla. O gün de  rutin günlerde olduğu gibi bir havayla çıkmıştık. Tek fark vardı: Güneşin sıcaklığı daha çok içimi ısıtıyor gibiydi. Her zamanki gibi baharın yemyeşilliğinde kah kavga ederek kah gülerek koyunlarımız otlatıyorduk. Kavga ederdik dedim ama çoğu zaman abım beni dövüyordu ben de onu sövüyordum. Öğlen olunca, yemek vakti gelince bize yakın çobanlar eşeklerinin boynunu tutarak, en yeşil ve düz olan bir yerde çay yapmak için toplanırken, abıme doğru bağırarak “ Senin eşeğin nerde ?”sorusu hep gülüşmelere sebep veriyordu diğer çobanlar arasında. Tabii ki içimden çok kızıyordum. Öyle bir kızıyordum ki benden sekiz ,on yaş büyük olan diğer çobanlara içimden küfürler savuruyordum. Hatta çoğu zaman sesli sesli küfür ediyordum. Ama onlar gene de bana bir şey diyemiyorlardı. Abimden çok korkuyorlardı çünkü. Abim ne kadar beni dövse de, eşeklik görevinin üstünde başka işler de (Koyunları çevirmek, koyunları arazilere girilmesini engelemek ve kurt kapmasın diye göz kulak olmak gibi) yaptırsa  da, diğer çobanlara  ya da diğer çocuklardan koruması bambaşka bir güven veriyordu bana.
      O gün öğlen yemeğini gene  hem eşek hem de küçük çoban olarak yemiştim. Güneş çok sıcak olmamakla beraber berrak bir hava vardı. Sarı beyaz papatyaların kokusuyla çok güzel bir gün geçirerek koyunların yönünü eve doğru çevirdik. Köyümüzün bir kısmı düz iken bizim kaldığımız taraf biraz çukurda kalıyordu. Koyunları gütmeye götürdüğümüz taraflar her zaman evlerimizi karşıdan gören bir cephe ile karşı karşıya kalıyordu köye yaklaştığımızda.

     Güneş idil tarafından kızıl bir gökyüzü bırakarak yavaştan kaybolmuştu. Evlerimizin aşağı tarafından bir koyak gibi bir vadi vardı. Biz oraya vardık.  Akşam ezanı daha yeni okumaya başlamıştı. Karanlık da yavaştan çökmüştü köyün üzerine. Hayvanların önündeydim ben, abimde koyunların arkasından geliyordu. Bir anda kıyamet koptu sandım. Her yerden silah sesleri duyulmaya başladı. Bir, iki,üç değil binlerce silah patlıyordu sanki. O korkuyla yere atladım, yere adeta yapışmıştım. Kaç dakika öyle yerde kaldım hatırlamıyorum, biraz kendime gelince , o inanılmaz korkuyla  kendimi bir kayanın altına attım. Burada biraz daha güvendeydim diye başımı kaldırdım, gökyüzüne baktığımda izli mermiler havada sevişiyordu adeta. Silah sesinden dolayı ses, sesi duyamıyorken bu izli mermilerin havada uçuşması bir başka korku salıyordu. O kadar korkmuştum ki belki de küçük abdestimi bozmuştum, bilemiyorum ama bacaklarımın arasında bir sıcaklık hissettim. Yarım saat gibi bir zaman dilimi içerisinde  hiç durmadan havaya silah sıkıyorlardı. Neye uğradığımızı anlayamadık. Hayvanlar da korkudan bir adım atamıyorlardı. Sadece yaşadığımız köyden değil İdil ve Cizre tarafından da gökyüzü sanki kırmızıya boyanmıştı, öyle izli mermiler havada uçuşuyorlardı. Hayatımın kabusunu yaşıyordum adeta. Yeryüzünde kıyamet diye bir şey varsa o da bu yaşadığımdı. Korkumu yenmeyeceğimi yaşayarak gördüm. Bu yarım saat içinde neler yaşadığımı bir boynumdaki heybe birde korkudan kıpırdamayan koyunlar şahidim oldu. Abım benden uzak olduğu için o neler yaşadı haberim olmadı. Ben neler yaşadım o da bilemedi.  
       Biraz silah sesleri dindikten sonra hayvanların arkasında olan abım yanıma geldi ve beni zar zor o kayanın altından çıkartı. Sonra da pijamamın ıslak olduğunu görünce ''Ah kardeşim çok mu korktun'' diye sarıldı bana. O an gözümde yaşlar akmaya başladı.  İşte o gün çok iyi anladım sana sahip çıkacak birileri varsa o da ailen ve akrabalarındır. O gün abım orada olmasaydı ve ben onun koruyucu güvenine inanmasaydım o gün orada kesinlikle ölürdüm. Tabii ki yaşamayan anlamaz bunun nasıl bir duygu olduğunu . Tabii ki yaşamayan yaşayanın halini anlamaz tam anlamıyla.
     Sonra yavaş yavaş sükûnetli bir hava oldu. Silahlar sesleri kısılmaya başladı, Bu sefer köy tarafında bağrışlar , zılgıtlar sesleri kulaklarımızı çınladı. Acaba ne olmuştu? Hiç iyi bir şey olmadığı kesindi benim kanaatıma göre. Daha önce yaşadığımız o kadar kötü hadiseler mevcut ki bu herhalde en kötü hadise olacak diye senaryo çiziyordum kendi kendime.
       Bir saat sonra eve vardığımızda her şeyin yolunda olduğunu gördük. Lakin o silahlar patlarken içimden neler geçti bir ben bilirim bir de Allah. Bilmiyorduk neyin nesidir. Acaba köyü asker mı bastı yoksa PKK’lar mı ? Yoksa gene kan davası mı başladı? komşu köylüler köyümüzü bastı. Böyle karma karışık şeyler gözümün önünde geçti. Bir de eve gittiğimde bütün aile fertlerinin hepsinin üst üste yığılmış halde infaz edilmiş halleri geldi aklıma…
      Allahtan bunların hiç birisi değildi. Biliyor musunuz neymiş? Baharın gelişiymiş, Yani nevroz bayramıymış .Beni böyle korkutan bahar gelmez olaydın dedim kendi kendime. Tabi daha önce hiç Nevruz'u duymamıştım ama çok korkmuştum gerçekten hem de çok.Benim Nevruzla tanışmam bacaklarımın arasını ıslatmama sebep oldu…

 Abdulsamet İLGİN

Güncelleme Tarihi: 05 Mart 2022, 17:42
YORUM EKLE
YORUMLAR
Şükrü Külen İsviçre
Şükrü Külen İsviçre - 2 yıl Önce

Duygu, his, sevinç, korku ve aslında büyüklüğün kanıtı olan küçüklük derecesine kendini indirme duygusu kelime ve ifadelerle ancak bu kadar anlatılabilir. Sizleri güzelim ama kederli anılarınızla tebrik eder, selamlarım!
Çocukluk evresi, hayattan hiç silinmeyen bir perde, kalplerimize kazılan bir kuyu, yüreklerimize vurulan bir damga ve hayatımıza açılan bir yoldur, hele hele İdil'de yaşanmış bir gençlik, dünyanın hiç bir yerinde tadı bulunmayan bir tatlı gibidir, bugün itibariyle de yazarımız bu güzelim tadı en iyi bir şekilde yoğurmuş ve bizlere sunmuştur, candan TEŞEKKÜRLER, sizleri kutlarım.

Abdulsamet İLGİN
Abdulsamet İLGİN - 2 yıl Önce

EyvAllah şükrü bey

SIRADAKİ HABER