Seyyid İbrahim Arabanı

Seyyid İbrahim Arabanı

İsmi İbrahim’dir. Köken olarak Becirmanlı olması, oradan da Xanike Seyyide (Hanike Seyyide)’ye mensup olması dolayısı ile Seyyid lakabı ile anılıyordu. Araban (karalar) köyünde doğup orada ikameti dolayısı ile Arabanı nispeti ile anılıyordu. Kendisi de seytiliğe büyük önem vermekte idi. Onun için Seyyidler ile özel bağlantılar kurardı. Bunlar elbette onun Ehli Beyt sevgisinden kaynaklanmaktadır. Bir tanıdığından bahsederken o zatın seyit olması durumunda onu özellikle vurgulardı. Bu sevgisi dolayısı ile çocuklarını isimlendirirken hemen hepsi bir şekilde ehli beytten kaynaklan isimler olmasına dikkat etmiştir.
Köyde yeni doğan bir çocuk olduğu zaman ona isim verilmesi konusunda kendisine müracaat edilmekteydi. İsimlendirdiği kimselerde de onun bu hassasiyetini görmek mümkündür.
Müderris ve hocalığı dolayısı ile de bazen de Melle İbrahim’i Arabani olarak anlıyordu.
Küçükken ilim tahsiline başladı. İlk hocalarının kimler olduğu konusunda çok açık bir bilgi bulunmamaktadır. Ama çok küçük yaşlarında köyden ayrıldığı ve “fakalık” yaptığı bilinilmektedir.
Köyünde değil, başka bir yerlerde ilk ilim tahsiline başladığı konusunda bir takım ip uçları bulunmaktadır. O ip uçlarından bir tanesi de yaz aylarında ailesine yardım etmek için köy işlerini yapmaya gelmesidir. Buradan da ailesine çok düşkün olduğunu anlamak mümkündür. Çünkü o dönemde bölgede çok büyük bir fakirlik bulunduğu ve medrese talebelerinin ihtiyaçlarını gidermek için zekat almak için dolaştıkları söylenmektedir. Kendisi ailesine yardım ederken de beraberinde getirdiği kitapları işten kalan boş zamanlarda mütalaa ederdi.
Seyyid İbrahim çok çalışkan olmalıdır ki, ailesi onun yazın yardımlarına gelmesinden çok memnun idiler. Hatta anlatılır ki, ailesinden bazı bayanların kitaplardan soğuması ve devamlı kendilerine yardım etmesi için kitaplarını ondan sakladıkları aile içinde söylenmektedir.
Bununla beraber ilk tahsil hayatını Suriye’de yaptığı kabul edilebilir. Suriye’de tahsil gördüğü yerler içerisinde Hazne’de bulunan Seyh Ahmet’i Haznevi medresesi belirgin bir şekilde bilinmektedir. Bunu da şundan anlamaktayız. Kendi çocuklarına güzel yazı yazmaları konusunda bir yönlendirmesi vardı. Bunun üzerinde durma gerekçesini söylerken şunu söylemekteydi:
“Küçükken hat sanatı üzerinde durmadım. Ve bu benim hoşuma gitmiyordu. Bunun için hat sanatı çalışmak istiyordum Bunu bir gün Hazne’da bir arkadaşıma söyledim. Arkadaşım dedi ki: ya Seyyit İbrahim bunu bırakalım, baksana hocamız Şeyh Ahmet’i hazna’nin bile yazma üzerinde çok durmamaktadır.”
Hazne’de okuduğunu söyleyenlerden birisi de Şeyh İzeddinin halifesi Batmanda mukim iken vefat eden Şeyh Abdürrahim Estili’dir. Tasavvufi olarak ayrı kişilere intisapları olmasına rağmen Şeyh Abdurrahman Seyyid İbrahim’i çok sevmekte ve oğullarından birisini onun medresesine göndermekten büyük gurur duymuştur. (oğullarından Dr. Hüseyin Güleç’i onun yanında okumak için bırakmıştır.)
Hazne’de okuması dolayısı ile olmalıdır ki; Şeyh Ahmet’i Hazne’nin oğlu zaman zaman Türkiye ye gelmekteydi. Midyat’ta geldiği zaman Seyyit İbrahim’in Midyat’ta olmasını isterdi. Bu gezilerinin birinde Seyyit İbrahim şöyle bir olay anlatmaktadır:
“Müritler ziyarete gelen herkesi Şeyh İzzeddin’e intisaba davet etmekteydiler. Mutaassıp olan bazı müritler, Şeyh İzzeddin’e bağlanmayanların kurtuluşu olamayacaklarını söylüyorlardı. Bunlar, benim Cizre’de Şeyh Seyda’ya intisabımı bile bile bunu yapıyorlardı. Bu sofilerin ilmi bir durumu olmadığı için susmayı tercih ediyordum. Bunlar biraz daha ileri giderek Şeyh Seyda Cezeri ile ile ilgili ileri geri konuşmaya başladılar. O zaman şeyhime karşı teeddüben onlara cevap vermeye başladım. Gergin bir ortam oluşmuştu. Bunun üzerine Şeyh Ahmet’in halifesi, Şeyh Abdulhalim (menzildeki Şeyh Raşit’in babası) da bundan rahatsız olmaya başladı ve o mutaassıp sofileri Şeyh Seyda’nın değerinden bahsederek susturmaya bana yardım etmeye başladı. Böylece ortam sakinleşti. Ben de Şeyh Abulhakime; Pismam bunları susturmak için neden bu kadar bekledin diye sitayişte bulundum. “
Seyyid İbrahim’in anlatımlarından Suriye’de başka küçük medreselerde de ilim tahsili yaptığına dair işaretler bulunmaktadır:
“Suriye’de bir gün arkadaşım çıra önünde ders çalışırken ben de yatmak için uzanmıştım. Vucumda bir kaşıntı başladı bu beni çok rahatsız etmeye başladı. Bu durum arkadaşımın da dikkatini çekti. O dönemde medreselerde bitlenme durumu da söz konusu idi. Ama o gün elbiselerimi yıkamış ve yenilerini giymiştim. Arkadaşım ne olabileceği konusunda ışığı yaklaştırdığında yatağın içinde bir akrep olduğunu gördük”
Seyyid İbrahim’in Suriye’den sonra Irakta ilim tahsil ettiği bilinmektedir. Burada kimlerden ilim tahsil ettiği konusunda yine net bilgiler bulunmamaktadır. Bu ilim tahsilinde öğrenci arkadaşları Seyyit Hasan Silopi ve Mele Abdülhamit tilkebindir. Melle Abdülhamit Seyyit İbrahim’in medresede zekası ve çabuk öğrenme kabiliyeti ile ön plana çıktığını söylemektedir. Seyyid İbrahim’in bu iki öğrencilik arkadaşını çok sevdiği oğullarından Abdusselam Güleç ilim tahsili için Seyyit Hasan’ın yanın Hüseyin Güleç’i de Mele Abdülhamit’in yanına ilim tahsili için göndermiştir.
Zekâsına ve çabuk kabiliyetine örnek olarak şu anlatılmaktadır. Zaman zaman müderrisler öğrencilerine çeşitli ilmi sorular yönlendirmekte ve bilene günün şartlarına göre ödül vermekte idiler. Anlatımlara göre hocalarından biri soruyu sormadan önce Seyyit İbrahim’e soruyu sorayım mı yoksa önceden ödülü mü vereyim diye söylemiştir. O günün durumu bilmek açısından da söylemekte fayda olabilir: Ödül bir elma idi.
Seyyit İbrahim öğrencilik yıllarının zorluklarından bahsederken İrakta yollarda çok aç kaldıklarını bir keresinde yenilmiş bir karpuzun kabuklarını görmek bile kendilerini mutlu ettiğini ve bu karpuz kabuklarını yiyerek açlıklarını giderdiklerini söylemekteydi.
Seyyit İbrahim’in kendi bölgesindeki hocalarından üç kişi ön plana çıkmaktadır. Bunlar Mele Sa’dullah, Mele Abdullah Firfeli ve özellikle de Mele Süleymani Banihidir.
Öğrenciliğinin son dönemlerini Mele Süleyman’i Banihi’nin yanında geçirdiği ve daha sonra Cizre’ye Şeyh Seyda’nın yanına gittiği bilinmektedir. O dönemlerde örf olarak o yörenin en büyük âlimi ve yetkilisinden icazet almak bir gelenekti.
Seyyit İbrahim, Şeyh Seyda’ya intisaplı olduğu için İlim hayatının son zamanlarını Şeyh Seyda’nın yanında teberrüken ders almış olmakla birlikte bunun yanında onun medresesinde müderris olarak geçirmiştir. Bu süre içerinden Şeyh Seyda’nın oğlu Şeyh Muhammed Nurullah ve Şeyh Halili Serdefe ye de ders vermiştir. (Şeyh Halil Serdefi onunla yaşıt olmakla birlikte Seyyit İbrahim hem çok erken ilme başlamış, Şeyh Halil de geç ilim tahsiline başlamıştır. Bundan dolayı ikisi arasında öğrenci hoca ilişkisi bulunmaktadır.) ve Şeyh Seyda’dan ilim icazetini almıştır.
Seyyid İbrahim icazet aldıktan sonra ailesinin mukim olduğu Araban (karalar) köyünde imam ve müderris olarak gelmiştir.
Seyyit İbrahim tasavvufi sürecini Şeyh Seyda’ya intisab ederek geliştirmiştir. Şeyh Seyda’yı çok sevdiği ve önem verdiği ondan icazet almasını tercih etmesinden anlayabiliriz.
Son derece zahit bir kişiliği vardı. Sade bir hayatı vardı. Gösterişe önem vermezdi. O dönemde Şeyh Seyda’nın Halifesi olmak çok önem verilen bir makamdı. Bunun için pek çok kimse Şeyh Seyda’Dan halifelik almak için çok büyük bir arzu içindeydiler.
Şeyh Seyda böyle bir ortamda Seyyit İbrahim’e Halife olmayı teklif etmiştir. Ama Seyyit İbrahim şeyhini çok sevmekle beraber bu makamdan kendisinin affını istemiş ve böyle bir makamı kabul etmemiştir. Şeyh Seyda kendisine kabul etmemekle beraber ismini halifeler içinde sayacağını söylemiş ve Seyyid İbrahim’i daha çok takdir ettiğini sonraki ilişkilerinden anlamak mümkündür.
Seyyid İbrahim’in dini anlayışı da çok sade idi. Bölgede tasavvuf adına yapılan bazı uygulamalarından da rahatsız olduğu bilinmektedir. Tasavvufun sadece insani kamil olma yolunda bir tecrübe bir hayat tarzı olarak görmekte, bu konuda aşırılıkları benimsemiyordu. Söz gelimi insanların rahatsızlıkları için öncelikle bazı şeyhlere gitmesine şiddetle kızmakta, öncelikle bunların doktora gitmeleri gerektiğini söylemekteydi.
Fıkhı konularda da sade bir yaşantısı vardı. İnsanların fıkhi görüşler ile kafalarının karıştırılmasını benimsemiyordu. Kuran ve sünneti anlamanın çok zor olmadığını fikhi ihtilaflı konularla insanları meşgul etmenin gereksiz ve faydasız olduğunu söylüyordu. (kendisine bir gün banyo yaparken kulağa su girmenin orucu bozup bozmayacağı sorulduğunda; senelerdir banyo yaptığını kulağa su kaçmayı görmediğini söyleyerek, bu kadar teferruatla uğraşmanın gereksizliğini dile getirmiştir. Oysa Şafii fıkıh kitaplarında çok açıktır ki, böyle bir durum orucu bozar.)
İsrailiyatı vaazlarında anlatmazdı. Hatta çevredeki bazı hocaların vaazlarını süslemek için israiliyat anlatmalarını hoş görmezdi. Çevresindeki bazı kişilerin filan hocalar insanları coşturmak ve etkilemek için israiliyat konularını anlatarak sağladıklarını ama kendisinde bu durumun olmadığını söylemelerini gülümseyerek karşılardı. İnsanlara bu bilgileri vermenin gereksiz olduğunu söylerdi. Hurafe ve bidatlardan kurtulmak için hadis ilmine çok önem verirdi (hadis ilminde doktora yapmamı sağlayan babamın bu yönlendirmedir. H.G)
Seyyid İbrahim İlme çok önem vermekteydi. Onun için Arabana ilk geldiğinde yaptığı ilk faaliyet Cami’nin hem cemaat için hem de medrese için güzel bir ortam oluşturmak olmuştur. İlk köye geldiğinde iptidai olarak sadece cumaların kılındığı köylülerin Cuma için evinden seccade getirdiği bir ortamdı. O günün şartlarında çevreye örnek olabilecek bir cami ve medrese ortamı oluşturmuştur.
Köy bölgede tarımın çok zayıf olduğu dolayısı ile fakirliğin çok yaygın olduğu bir yerdi. Normalde medrese eğitimi için tercih edilebilecek bir yer değildi. Köyün doğru dürüst suyu bile yoktu. Yağmur sularını biriktirerek su ihtiyacı gideriliyordu. Ama maddi bütün olumsuzluklara rağmen bölgede çok tercih edilen bir medrese konumunu almıştır. Hatta öyle bir duruma gelmişti ki, Seyyid İbrahim artık öğrencileri seçerek alıyordu. Maddi koşullar ötesinde medrese çok önemli bir boyutta olmalı ki, bölgenin önemli şahsiyetlerinden Şeyh Beşir Tilsakani, Şeyh Halili Serdefi çocuklarını bu medreseye göndermişlerdir. Bazı öğrencleri yer olmadığı için kabul etmeme gibi bir durum da söz konusu olmuştur. Yer olmadığı için kabul edilmeyen bu gün da sağ olan iki zat bunu bizzat bana (H.G) söylemiştir. Bunlar Vanda Mukim olan Molla Nasreddin ve bugün yurt dışında olan mele abdulvahhab Halexi’dir
Seyyit İbrahim fakir bir köyden zaman zaman sayıları 60 kişiye varan medrese öğrencilerinin geçimini fakir köylüler ve sosyal konumu sayesinde sağlamıştır. Öğrencileri bu kadar öğrencinin konforun ötesinde hatta disiplinin ötesinde Seyyid İbrahim’in sevgi dolu ve kendisinden ilim almanın hazzı ile kaldıklarını söylemektedirler.
Öğrencilerin Perşembe günkü eğilencilerine bazen kendisi bizzat katılarak onları motive etmeye çalışmıştır.
Sabah namazından yatsı namazına kadar ders ara vermeden ders vermekte ve bunu seve seve hiç şikâyet etmeden yapmıştır. Yetişkin olan bu öğrencilerin elbette maddi ve manevi sorunları bulunmaktaydı. Seyyid İbrahim öğrencilerin bu sorunları çözerek kendi anlatımları ile bir “baba” gibi yakındı.
Bir şubat ayında çok kar yağması sonucu zaten ulaşımın kısıtlı olduğu, çevre özelikle de değirmeni olan köylerle yayan ulaşımın kesildiği bir zamanda, talebelerden kendi evindeki tandırın camiye (medreseye) taşınmasını istemiş evinin bütün erzakını talebelerle paylaşmıştır. (nüfus kayıtları olmadığı için, dini konular için buluğ çağını tesbit etmek bu şubat karı belirleyici olmuştur)
Seyyid İbrahim’in öğrencilerine ilim icazeti vermesi söz konusu olmamıştır. Bunun nedeni kendi örneğinde olduğu gibi, icazet vermeyi Şeyh Seyda’dan almak geleneğinden kaynaklanmaktadır.
Seyyid İbrahim, Seyyid olması, müderris olması yanında sosyal sorumluluk sahibi bir şahsiyetti. Bunun için seversindeki sosyal olaylar ve siyaset ile çok ilgili birisi idi. Hatta orta doğudaki siyasi gelişimleri yakından takip ediyordu.
O günün en önemli iletişim aracı olan Radyo idi. Bunun için evinde sadece evinde radyo eksik etmezdi. Hatta önemli bir olay olduğu zaman çekim gücü daha fazla olan bir radyo temin etmeye çalışıyordu.
Bugünkü dil ile ifade etmek gerekirse Seyyid İbrahim bir İSLAMCI idi..
Ancak Milli Nizam Partisi ve Milli Selamet Partisi ortaya çıktıktan sonra bu hareketleri açık açık savunduğunu hiç gizlememiştir. Eski Banlardan Fehim Adak bunu şu şekilde dile getirmektedir:
“Böyle bir harekete başladığımız zaman memleketim olan Mardin’e geldim. Ancak derdimizi davamızı kime söyleyeceğimizi ve bizi anlayıp anlamayacakları konusunda büyük bir tereddüt içindeydik. Araban Köyüne geldiğimizde anlayışımız gereği önce köyün imamını ziyaret ettik. Seyyit İbrahim ile karşılaştığımızda kendi davamızı bize anlatmaya başladı. Sanki bizim geleceğimizi haber almış ve bizi bekliyordu. Buna hem çok şaşırmış aynı zaman da çok memnun olmuştuk. Bize kuvvet vermişti.”
Fehim Adak, Seyyit İbrahim’i neden çok sevdiğini ifade etmek açısından bunu bir çok kez dile getirmiştir. Bunun içindir ki İdilin en büyük köylerinden Araban ve Arabanın çevresindeki köylerde Milli Selamet Partisinin oyları çok yüksek çıkardı. 1980 öncesinin karışık ve tehlikeli döneminde de Seyyit İbrahim bu tutumunu hiç değiştirmemiştir. Kendi çocuklarının can güvenliği açısından da bu tutumunu asla değiştirmemiştir. Taziye, Barış gibi bazı ortamlarda bu fikirlerini dile getirmekte idi. Marksist ve sol akımlarının karşısında durmaktan hiç çekinmiyordu. 12 Eylül öncesi ortamda çocuklarının can güvenliği açısından bu kadar açık olmaması yönündeki bazı telkinlere hiç kulak vermemiştir.
Seyyit İbrahim seçim dönemlerinde etrafındaki Süryani köylerine de haber gönderir ve Süryaniler de ona olan saygılarından dolayı oyların bir kısmını onun istekleri çerçevesinde kullanıyordu.
Süryaniler söz konusu edildiğinde şunu söylemek gerekir: Araban köyünün çevresinde üç tane Süryani köyü bulunmaktadır. Seyyid İbrahim’in bu köyler ile çok insani ilişkileri bulunmaktaydı. Bu köylülere haksızlık yapılmaması konusunda devamlı tavsiyelerde bulunmaktaydı.
Süryaniler Müslümanlardan yana bir haksızlıkla karşılaştıklarında ilk müracaat ettikleri kişi Seyyid İbrahim’di. Bu konuda Sare köyünde mukim Şem’une Hane Haydo onu belli periyodlarla ziyaret etmekte idi. Hatta anlatılır ki, Şem’une Hane evinde Müslümanların namaz kılması için bir seccade ve abdest almaları için de bir ibrik bulundurmaktaydı. Evine gelen Müslümanlara namaz vakti geldiğinde “haydi namaza dermiş. Neden olarak da Seyyid İbrahim bana söyledi evinde seccade ve ibrik bulundur. Madem ki sen de muslumansın haydi namaza derdi”
Yine Midih Hristiyanları ve domani aşireti konusunda çıkan bir anlaşmazlık konusunda domanilerin bunu yapmamalarını söylemiştir. Bu olayla bağlantılı olarak Midih köyünden çalınan bir sürüden öğrencilerinin bir koç aldıkları konusunda bir bilgi kendisine ulaştığında öğrencileri şiddetle azarlamış ve derhal bunu tazmin etmeleri gerektiğini söylemiştir. Bunu her seferinde sert bir şekilde öğrencilerine hatırlatmıştır. (öğrencilerinin bunu maddi olarak karşılamalarının imkansız olduğunu biliyordu. Bunun için kendisi bunu bir şekilde ödemiştir. Ama işin vahameti açısından öğrencilere her seferinde nerede koçun parsı diye üzerinde durmuştur.)
Seyyid İbrahimin sosyal sorumluluk konusunda en belirgin özelliği bölgedeki kan davalarının barış ile sonuçlandırması konusundaki hassasiyetidir. Herhangi bir kan davası olduğu zaman bir davet beklemeksizin bunun nasıl büyümeden barış ile sonuçlanması konusunda hemen harekete geçerdi. Barış girişimleri belli bir aşamaya geldiği zaman Şeyh Seyda ve daha sonra Şeyh Muhammed Nurullah’a haber verir ve onlarla barışın kalıcı olmasını sağlardı. Bu konuda en belirgin olaylardan birisi Çevrede kan davaları ile bilinen Zahuran köylerinde epey kişinin ölümü ile sonuçlanan bir olayı çözmek konusunda gayretleridir. Çok fazla ölüm olduğu için hiç kimsenin barış olamayacağını düşünürken çabaları sonucu ve konumu gereği barış sağlanmıştır. Ve barış törenine de Şeyh Muhammed Nurullah’ı da davet ederek büyük bir faciayı önlemiştir.
Herhangi sıcak bir çatışma çıktığı zaman karşılıklı silah atışlarının yapıldığı gruplar arasına girerek grupları dağıtırdı. Bu konuda hiç korkmamış ve cesurca davranmıştır. Sonuçta art niyetli birisinin kendisini kast etmesi gibi bir durumu hiç aklına getirmemiştir. Bu durumlarda tabi kırsal yöreye uygun olmayan ayakkabı giydiği için espri ile olan benim ayakkabılarıma olur derdi.
Seyyit İbrahim bölgede hukuk ve asayişin kurumsal olmadığı bir dönemde bölgesinde hem bir yönetici, hem bir hukuk hâkimi durumundaydı. Hukuki bir anlaşmazlık olduğu zaman taraflar ona müracaat ederdi. Bölgede “şeriat” olarak bilinen bu davalarda bir otorite konumundaydı. Hatta bölgedeki Süryaniler bile Müslümanlarla olan anlaşmazlıkları için ona müracaat ederlerdi. Anlatılır ki, bir seferinde Süryaniler ile sakallı bir Müslüman arasında çıkan bir anlaşmazlık için kendisine gelinmiştir. Seyyid İbrahim bu konuda Süryani’nin İslam’a göre haklı olduğunu ifade ettiğinde, sakallı Müslümanın ben bu şeriatı kabul etmiyorum demesi üzerine; bana bir makas getirin şunun bir sakalını keseyim demiştir.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Abdurrahman KAZAN
Abdurrahman KAZAN - 3 yıl Önce

Allah rahmet eylesin mekanı cennet olur inşAllah. Çok değerli bir Seydaydı bende hayattayken görmüştüm İdil ve köyleri değerli seydamıza çok değer veriyordu

Abdullah göze
Abdullah göze - 3 yıl Önce

Allah rahmet etttsin mekânı cennet olsun Rabb'im bizleri onların yolundan ayırmasın inşAllah.

Şeyhmus Kalay
Şeyhmus Kalay - 3 yıl Önce

Amcamın Mekan-ı Cennetul-Firdevstir İnşaAllah.İslama hizmeti ve topluma çok yönlü faydası olmuştur Maalesef Seyda ve o konumda olanların dar-ı bekaya irtihallarından sonra hizmet akamete uğramıştır.Hayırlı geceler saygılarımla

Mehmet Ata Akıncı
Mehmet Ata Akıncı - 3 yıl Önce

Allah Gani Gani rahmet eylesin mekanı cennet olsun. Allah yolunda ilim ve irfan için herkese faydası olmuştur.

Halil esen
Halil esen - 3 yıl Önce

Mekani cennet olsun sed ibrahim yada mala ibrahim ilimde bulunmaz bir nimetti

süleyman uyar
süleyman uyar - 3 yıl Önce

Allahın rahmeti merhüm mala ibrahimin üzerine olsun çok çok değerli bir malaydı Allah bizleri onun ve onun gibileein şefaatine nail eylesin amin

Kazım KEREÇİN
Kazım KEREÇİN - 3 yıl Önce

Allah rahmet eylesin ve büyük alim olmasinda emeği gecen herkesten ve boyle bir alimi boyle bir degeri toplumumuza kandirdiklari icin Allah razı olsun

Mehmet Masum KAHRAMAN
Mehmet Masum KAHRAMAN - 3 yıl Önce

Allah rahmet etsin,mekanı Cennet olsun.Bugün rahmetli gibilere çok ihtiyaç vardır.


SIRADAKİ HABER