İDİL’İN BUZ İLE İMTİHANI

Sevgili Dostlar..!

Aslında değineceğim konuyu daha önceki yazılarımda parça parça yazmış olabilirim. Ama derli toplu bir şekilde yazmadığımdan, burada sizlere İdil’in yetmişli, hatta seksenli yıllarda yaşadığı buz ile ilgili hatırladığım olaylardan bahsedeceğim.

Bilindiği üzere önceden insanlarımız içme sularını, bizim “Câr, Den” dediğimiz, topraktan yapılı büyük su testilerinde soğuturlardı. Testinin içinde “Çembil” diye isimlendirilen saplı kepçe bulunurdu. Susayan kişi gider, o kepçe ile testiden su alır ve içerdi.

Eskiden İdil’e şimdikinden daha fazla kar yağardı. Hatta bizden önceki nesil, kırmızı renginde yağan bir kardan bahsederler. Bunu annelerimizin çocuklarının doğum tarihi olarak milat yaptıklarından öğrendik. Annelerimizin; “Oğlum senin doğduğun yıl kırmızı bir kar yağmıştı” demelerine sizler de şahit olmuşsunuzdur.

Tabi dağ başlarında üst üste yağan kar uzun süre erimez, bazen yazın bile dağların kuzey taraflarında kalırdı. Çok yaygın olmasa da bazı köylerde, yazın sıcağında o karlardan istifade edilirdi. Gidip o karlardan getirip, sularını soğuturlardı. Bir de pekmez döküp yemek ayrı bir neşe kaynağıydı.

Sonra çocukluğumda İdil’in çarşısında, dört yolun orada, Aşağı Çarşıya bakan kısımda duran kasalı bir kamyonette buz satılırdı. Uzun buz kalıpları talaş içinde getirilir, müşterinin isteğini göre keserle kesilir ve ücreti alınırdı. Buzu alan kişi acele acele eve gider, buz erimesin diye yolda fazla eğlenmezdi.

Sonra buzdolabı ile tanıştık. Bu dolapların üst tarafında, suyu donduran bir bölüm vardı. Tasların içine su koyup, bizim “Keşa” dediğimiz buzu yapardık. Tabi buzdolabı sahibi olanlar alt bölümde sularını soğuturlardı. Artık buz ile suyu soğutmalarına gerek yoktu. Ama dolapları olmayanlar, ev ev dolaşıp kalıp kalıp buz toplarlardı.

Ramazan’ın yaza geldiği dönemlerde, çocukların buz toplama telaşı çok daha fazlalaşırdı. Çünkü hem iftar hem de sahura soğuk su lazımdı. Bir de sadece su değil, ayran gibi içeceklerin içine de buz konurdu. Hatta cacık bile buz ile soğutulurdu.

Bir ara sıcak bir Ramazan günü, çok yakın bir arkadaşım bize buz istemeye geldi. Ondan önce gelen çocuklara dağıttığımız için bizde buz kalmamıştı. Ama öyle üzüldüm ki hemen ayakkabımı giyip, onunla birlikte buz toplamaya gittik. Ancak hangi eve gittiysek, buz yok diyorlardı. Sonradan anladım ki benden dolayı arkadaşıma vermiyorlardı. Çünkü o komşular bizim buzdolabımızın olduğunu biliyorlardı. Zavallı arkadaşım torbası boş olarak evine döndü.

Ramazan ayından bahsettiğimiz bu noktada, Salihê Bafeyî diye anılan, rahmetli Salih Özek’ten söz etmeden geçemeyiz. Yukarı Mahalle Muhtarı olan Salih Özek bizim komşumuzdu. Emin, Hikmet, rahmetli Nezir, Kemal ve İsmet’in babaları olan Salih Özek, çarşı merkezinde bakkal dükkânı işletiyordu. İftardan sonra dükkânının önüne bir leğen koyar, içine buz ve bolca su katardı. Su sebillerinin olmadığı bir dönemde, teravihten çıkanlara bu ikram çok makbule geçerdi. Bir de çocuklar bol bol istifade ederdi o sudan. İçen herkes ona dua ederdi.

Toz oraletler çıktığı zaman, su ve şekerle karıştırıp, ilaçlardan arta kalan alüminyum kutulara doldurup, içine odundan bir çubuk atardık. Donduğu zaman “Eskimo” diye adlandırdığımız şekerli, renkli bir buz olurdu. Sonra etrafına su döker, çubuktan tutar ve çekerdik. Tısss diye bir ses çıkarırdı. Eskimo emilerek yenirdi. Termoslar çıkınca eskimolar çarşıda satılır oldu. Özellikle köylerden İdil’e gelen çocuklar satın alırlardı. Bir de düğünlerde çok fazla satılırdı. Ben de sattığım için nerelerde müşterinin olduğunu bilirdim.

Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi, İdil’in sineması vardı. Lahdo Sağur isimli bir Süryani İdil’li tarafından işletiliyordu. Yanılmıyorsam İbrahim isimli bir oğlu vardı ve bilet işine o bakardı. Film afişlerini çelenk gibi tahtadan bir levhaya asar ve çocuklar mahalle mahalle; “Başrollerde Yılmaz Güney, Nebahat Çehre, Danyal Topatan” diye bağırıp filmin ismini söylerlerdi. Bu şekilde tanıtım yaparlardı.

Aslında sinema tarihi iki zamanlı bölümlerden oluşuyordu. Biri yetmişli yıllardaki sinemaydı. O zaman yazlık ve kışlık sinema vardı. Kışlık sinema aşağı çarşıdaydı. Yazlık sinema ise bu günkü Emniyet binasının yanındaydı. Yazın yıldızların altında film izlemek ayrı bir keyifti. Sonra ne olduysa bilmiyorum ama yazlık ve kışlık sinemalarımız kapandı.

Biliyorum konuyu uzattım. Ama buz ile ilgili bir noktaya gelmek istiyorum. Seksenli yıllarda sinemanın sadece kışlık olanı açıldı. Yazın da bu sinemaya gittiğimiz için, içeride sıcaktan kavruluyorduk. Tabi iki film arasında buzlu su satanlar “Ava cemidi” (Soğuk su), “Ava buzê” (Buzlu su) diye bağrışırlardı. Yazın sıcak günlerinde, bir bardak soğuk suyun iki film arasında ne anlama geldiğini, ancak yaşayanlar bilir.

Sadece sinemada değil, İdil çarşısında da soğuk su satılırdı. Tabi burada Cemalo’yu anmamız gerekecek. O da su satardı ama sadece “Cemidi” derdi. Bazen susamayanlar dahi sırf para vermek için ondan su alırlardı.

Bilindiği üzere İdil’de kıraathaneler, yaz mevsiminde masalarını dışarı çıkarırlar. Bir şeyler satanlar bu masalara maden gözü ile bakarlardı. Ayakkabı boyacıları gelir, onlardan bir iki ayakkabı kapardı. Bir süre sonra karpuz çekirdeği satanlar masalara yaklaşırdı. Karpuz çekirdeği tuzlu olduğu için, yiyenler iyice susarlardı. Sonra sucular yaklaşır ve onlara soğuk su satarlardı.

Tabi buzdolapları yaygınlaşınca İdil’in buz ile imtihanı sona ermiş oldu.

Selam ve saygılarımla.

YORUM EKLE