HİROŞİMA’NIN KÜRTÇESİ; HALEPÇE

16 MART 1988 TARİHİNDE, KİMYASAL SİLAHLARLA YAPILAN DÜNYANIN EN BUYÜK SALDIRILARDAN BİRİ, ZAMANIN IRAK DİKTÖTÖRÜ SADDAM HÜSEYİN’İN EMRİYLE, HALEPÇE İSİMLİ BİR KASABAYA YAPILDI. O GÜN İLK ETAPTA ETRAFA GÜZEL BİR ELMA KOKUSU YAYILDI. ÇOCUKLAR ANNELERİNE; “DAYÊ BÊHNA SÊVA TÊ” ŞEKLİNDE HABER ETTİLER. BELLİ Kİ CANLARI ELMA ÇEKMİŞTİ. ANCAK BU ONLARIN SON ARZULARI OLACAKTI.  

Önümdeki Resim: Sessiz Tanık

 Halepçe katliamından sonra çekilmiş fotoğraf karelerine bakıyorum. Bir merdivenin hemen yanına düşmüş bir baba ve oğlu. İç parçalayıcı. Baba ölüm anında bile babalığını yapmış. Dirseğine dayanarak oğlunun üstüne düşmemesi için kendine destek yapmış. Bütün bir katliamı anlatabilecek kadar güçlü. Dünyadaki bütün anne babaların evlatlarına olan sevgilerini dile getirebilecek kadar şefkatli. Bütün çocukları ifade edebilecek kadar masum. Ve yeryüzü zalimlerinin hepsine sıkılmış bir mavzer fişeği gibi.

“Sessiz Tanık” diye adlandırılan bu fotoğraf, Ömer Hawar ve oğluna ait. Hikâyeleri yürek dağlayıcı. 7 kız babasıdır Ömer Hawar. Erkek evladı hasreti çeken Hawar’a sonradan Allah ikiz oğlan çocuğu verir. Artık aile mutludur. Mutluluğunu hanımı ve ikiz çocuklarının fotoğrafı olduğunu zannettiğim fotoğrafla perçinlemiş. Çünkü sağlığında çektiği fotoğrafta,  iki çocuk resmi duvarda asılı duruyor. Dediğim gibi Ömer Hawar o kadar mutludur ki, artık sırtının yere gelmeyeceği hissi içindedir. Allah dualarını kabul etmiş ve erkek ikiz evlatları olmuş.

1988’in Newruz’u yaklaşmaktaydı. Günlerden 16 Mart. Saat öğlen vakti. Aile yemek yiyecektir. Ama ekmek düşmanları o yemeği yemelerine izin vermezler. Atılır bir bir kimyasal bombalar. Gazlar yakıcıdır. Ömer, gayri ihtiyari bir oğlunu alır kucağına hızla koşmaya başlar. Diğer çocuklarını anneleri bir kamyonetle kurtaracaktır. Ömer Hawar canhıraş bir şekilde koşmaktadır. Aman çocuğa bir şey olmasın. Kendisini düşünmemektedir Ömer. Ama ya çocukları? Koşmaya devam eder. Ancak zehirli hava her yere yayılmış ve komşuları teker teker düşmektedirler sağa sola. Onun da koşacak hali yoktur artık. Boğazı tahriş olmuş ve gaz etkisini göstermiştir.

Bütün gücünü topladığı halde ancak sokağı dönmüş ve 47 numaralı evin önüne gelebilmiştir. Artık son adımlarını atar ve evin merdiveni önüne düşer. Ama normal bir düşüş değildir bu. Başını merdivene yaslar. Çocuğu altında kalıp ezilmesin diye yüzükoyun yattığı halde dirseğine dayanır. Kendisince önlemini almıştır. Ama Kimyasal Ali’nin ABD ve Avrupa’nın demokratik ülkelerinden satın aldığı gazlar bu basit tedbiri aşar. Kucağındaki çocuk ile şehit olurlar.

 Tanıklar:

 Katliamdan sonra 21 Mart günü Sabah Gazetesi savaş muhabiri Ramazan Öztürk ve diğer gazeteciler Halepçe Katliamını dünyaya duyururlar. Tabi Batılı emperyalist devletler biliyordu katliamı. Çünkü silahları, Saddam için onlar temin etmişti. Ama dünya kamuoyu gazetecilerin çektiği o acı fotoğraflardan sonra olayı duydu. Onların yazdıkları sıcağı sıcağınaydı ve yorumsuz vermekte fayda var. Ramazan Öztürk olayı şöyle anlatıyor:

"Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı ölüyor. Biz 21 Mart günü oraya vardık. Dört gün geçmişti aradan ve aynı vahşet gözleniyordu. Bütün sokaklar, caddeler insan, hayvan ve ölüleriyle doluydu. Gördüğümüz bütün insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebeler ile çok yaşlılardı. En katı insan bile dayanamaz. Ben tarif edemiyorum. Katliam demek, facia demek hafif geliyor. Vahşet. Vahşet de hafif geliyor. Dûceyde ve İnab'da gördüklerimizin de Halepçe'den hiçbir farkı yok. Her yer darmadağın, taş üzerinde taş kalmamış. İnab köyü de öyle. Bir tepenin eteğinde kurulu İnab'da yaşayan yüzlerce insan, Irak uçaklarının bombalarından kaçmak için çocukların alıp yollara düşmüşken gafil avlanmışlar. Dere kenarlarında, köyün çıkışındaki yolda, ağaç diplerinde, yerde yatan yüzlerce ceset. Hayvanlar da kaçamamış, çoğu olduğu yerde ölmüş. Köyün hemen yanındaki tepenin ardında ise, insan cesetlerinden oluşmuş bir başka tepecik. Tüylerimiz ürperiyor. Fotoğrafları çekerken ağlıyordum. Allah bir daha bana böyle bir sahne göstermesin."

 Güneş Gazetesi Yazarı Faruk Ölçücü ise şunları yazmış: "Etrafta hardal gazının yakarak öldürdüğü kadın ve çocuk cesetlerinin resimlerini çekerken, kusmamak için kendimi güç tutuyordum. Halepçe'nin bütün sokakları, Irak uçaklarının attığı kimyasal bombaların etkisiyle katledilmiş Kürt kadın ve çocukların cesetleriyle doluydu. Atılan sinir ve siyanür gazlarının etkisiyle iç solunum sistemleri tahrip olan bu zavallı insanlar boğularak ölmüşlerdi. Dış görünümlerinde hiçbir şey olmayan bu insanlar, sokaklarda uyur gibi yatıyorlardı. Koca kasabada, hayvan dâhil hiç kimse kalmamıştı. Atılan kimyasal bombalar, düştüğü yerlerden uzak noktalara, rüzgârın etkisiyle gaz bulutu şeklinde evlerin içindeki odalarda saklanmış insanların da boğularak ölmesine neden olmuştu. Keşke ben de ölseydim."

  Elma Kokusu:

Halepçe sessiz, kimsesiz. Çocukları garip. Kimyasal silahların kokusunu elma kokusu zan etmişler. Dayê bêhna sêva tê (Anne elma kokusu geliyor) diyorlarmış. Hayatlarında son kez bir şeyin kokusunu hissetmişler. O da ölüm kokusu olmuş.

Hem bu katiller çok ustaymışlar. İlk önce normal bombalarla Halepçe’yi bombalamışlar. Amaçları herkesi sığınaklara yönlendirmekmiş. Kıstırdıkları Halepçilileri o sığınıkların içinde öldürmek amacındaymışlar. Kimyasal gazları atmadan önce uçaklardan kâğıt atmışlar. Rüzgârın kâğıtları hangi yöne götürdüğüne bakacaklarmış. Ona göre gazları hangi noktaya bırakacaklarına karar vereceklermiş.

Sığınıklar bir tuzak olmuş Halepçeliler için. Gözleri yanıp, avludaki hayvanların can çekiştiğini görenler, İran’a doğru kaçışmaya başlamışlar. Rüzgârın yönünü o kıyamet içerisinde hesap edemeyen insanların hepsi ölmüş. Diğer yolları deneyenlerin bir kısmı kurtulabilmiş. İranlıların kurtardıkları ve kaçmaya başaranlar hariç o gün hemen hepsi ölmüş. İşte Ramazan Öztürk ve Faruk Ölçücü’nün bize ulaştırdıkları resimler bu katliamdan sonraymış.

 Zimnako’nun Hikâyesi:

 Bu da beş bin hikâyeden biri: Zimnako. Fatima Muhammed Salih’in oğlu. Anne kendisini olaydan sonra bir İran hastanesinde bulmuş. Oraya nasıl gittiğini bilmiyor. Ailesinin hepsini yitirmiş. Kim sağ kim ölü bilmiyor. Sadece üç aylık bebeğinin sesiyle bayıldığını hatırlıyor. İran’da kaldığı süre içerisinde hep eşini ve çocuklarını aramış. Ama nafile. Ağabeyi, Kandil dağını aşarak gelip bulmuş kendisini.  Çaresiz bir şekilde baba ocağına dönmüş. Bütün ailesini kaybettiğini anlayan Fatima yeniden evlenmiş. Oysa üç aylık çocuğu Zimnako da kurtarılmış. İranlı bir aile onu evlatlık almış ve ismini Ali olarak değiştirmişler. Yeni annesinin adı Kübra Hamit Pur’dur. Gün gelir Kübra Hanım da vefat eder. Ali yani Zimnako 16 yaşındadır. Artık Halepçeli bir anne ve babanın çocuğu olduğunu öğrenmiştir. Kendisi öz ailesini ararken, çocuklarını kaybetmiş 43 ailenin altısı, Zimnako’nun kendi oğulları olabileceğini bildirir. Sorun DNA testi yapılarak çözülür. Halepçe Müzesinde sonuçların açıklanmasını merak ve heyecanla bekleyen altı aile vardır. Fatima hanım da bunlardan biridir. Gerçek annesinin adı okunduğunda gözyaşları sel olur. Ama İranlı ailenin hatırına Zimnako, Ali diye çağrılır.  

 Kahredici Sonuç:

Büyük bir talihsizlik olarak, Saddam’ın Enfal ismini koyduğu operasyonların bir parçası olarak düzenlenen Halepçe saldırısı neticesinde; 5 bini aşkın Müslüman Kürt hayatını kaybetti. Bu rakamın 6 bin civarı olduğu iddia edildi. Yaralıların sayısı on bin civarındaydı. Nüfusu 70-80 bin olan Halepçe hayalet kente dönüştü. Herkes İran ve Türkiye gibi ülkelere kaçtı.

Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Fuat Baban yayımlamış olduğu bir makalesinde; Halepçe’de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagazaki’nin 4-5 katı olduğunu yazdı.

Bu saldırı için neden Halepçe’nin seçildiği ile ilgili yapılan iki açıklama var: Birincisi buranın Kürt isyanının önemli bir yerleşkesi olması. İkincisi de Halepçe’de İslami Hareketin oldukça güçlü olması.     

 

O gün orada kimyasal dumanı soluyan herkes öldü. İnsanlar, hayvanlar, ağaçlar.

           

    

 

           

           

YORUM EKLE