1970’LI YILLAR BEYTZABDAY İDİL’DE ORTA MEKTEP’TE  DURAN KIZ  BEGİ KAYAR

İnce sarı sabahlık, yakışıyordu, komşu damda, tahtta yatan güzelle. Yazın fidanlıklar da  gezerken, (Çeme  Hırdo)  dönüyordu Ğazele  Süryani  gençler, imreniyor, içten seviyor, ama telaffuz  edip  bir türlü diyemiyordu. “ Dı hayde gel, were, yaremi tazele. “

 Herkesin bir hikâyesi vardır, içinde sakladığı, kimseye anlatmamak üzere, kendil, zincir vurulmuş, rafa kaldırılmış, bir türlü dinlenilmeyen, kadir bilmez diye anlatılmayan, derin hikâyesine gideceğiz bu günkü makalemizde. Hafıza tazeleyeceğiz, gezeceğiz, bu ırzı kırık, dar, idil sokaklarında. İflas etmiş bir tüccar gibi eski borç defterlerini açacağız. İdil’de güzelliği ile ün yapmış,  Süryani, Kürt birçok gencin gönlüne girmiş,  yere bakmış, gönül yakmış,  saysam en az on Süryani gencini âşık etmiş, bunların hiç birine varmamış, bahtsızlıklar yaşayan idil’in İlk orta mektepli bayanı, kapı komşumuz olan Begi Kayarı makalemize konuk edeceğiz.

 Bizim toplumun, kendisine has kuralları var. Bir bayanın güzelliğinden bahsedilir. Divanlarda, cıvatalarde dilendirilir, konu olur ama kalıcı olsun diye kimseler yazmaz veya yazmaya cesaret edemez. Yarı Fılehi, yarı Kürdi adetlerimiz vardır. Yazılınca da herkes kendine göre bir şeyler yakıştırır durur. Biz, biraz kural dışı davranıyoruz gibi geliyor bana. Dört duvar arasında sıkıştırılan, makaleler, öyküler yazamam. Yazı ne kadar özgürse o kadar gerçekçidir. Eski İdil’in fidanlıkları arasında gezmeden, mağele sahanın karşısındaki küvel yamaçlarında, bir ağaca sırtını dayamadan, altında uzanıp, yanındaki kıza  kaçak bir cimcik atmadan, nasıl  eski sevdalardan bahsedilir. Öyle sevdalara dair iki kelamı, beyti olmayan,  geçmişte yangınlı aşklar yaşamayan, yazara rahmetli Kerim ustanın deyimi ile de hadde çarşıdan cıksın derim.

İnsanın eskiden kalan aşk kırıklarını hatırlatır, hatırlamakta kalmaz, bir cam parçası gibi saplar kalbine,  şu an mutlu olduğun bir hayatın içindeyken dahi. Geçmişi, hüznü, hissettirir sana. Vaftiz  ismi Tereza olan Begi ismi idil’de bir ilkti. Neyi çağrıştırıyordu bu isim, kimse merak etmiyordu. Merak edilen ise bu bayanın kime yar olacağı idi. Kürtler, kendisini 1960 döneminin sinema yıldızı olan Belgin Doruka benzetiyordu. Bu da bir nevi gizli olan bir iç güdü, beğeni ve ona duyulan hayranlıktı. Bundan bir kaç gün evvel idil’de idim. Hazin olan anıları yaşadım. Aklıma kimler gelmedi ki yazsam sığmaz buralara.

Kiliseye bir göz attım. Kasap rahmetli Siso Lecum’un evine baktım. Evin yıkıntılı halinde ne kadar sırlar saklıydı. Beceriler sıralıydı.Evin kebaniyesi olan Nısro teyzemin el emeği ile  nakşettiği, diktiği, İpek örtülü  yorganları, pencereden gözükmüyordu. Pencereler ardına kadar açık değildi artık. Düşündüm vay vay, lımıne dedim. Hadat Abdullahat Timurtaş’ın,  güller  yüzü  süslemiyordu  sokağı, devrana devrane ew çı devrane.

İdil’de kar dinmiş, incecik bir güneş sessizce geçip gitti. Bulutlar yön değiştiriyordu. Yasin Avşin mekanı, Melke Nise Gardende, içerdeki atmosfer, bir Süryani nostalji, geçmiş dönemleri yaşatılmaya çalışılıyordu. Büyük kadirşınazlık gördük Yasin kardeşten, başka bir kadirşınazlık, Esnaf ve sanatkarlar odası başkanı Nuri  Aykan kardeşimizden gördük. Melke Nise  mekanın yaşatılması için başta sahipleri olmak üzere biz Süryaniler destek  olmalıyız. Bu mekânda Beytzabday yaşatılıyor. Bu mekândan gece vakti dışarıya baktım. Işıkları sönmüş mahalle, her yer zindan çok karanlık. Bir ateş gibi yüreğime düşer gider, bu yalnızlık. Çıkıp bir gelseler bana sürpriz yapsalar, meğelleden geçseler eski Süryani  güzelleri, yüreğime ışık yaksalar, çekilmiyor bu yalnızlık diyensim geldi.

 Göründüğü gibi  hafıza kolay kolay yok olmuyor, zamana sığmayacak kadar yaşar yıkılanlar. Söz olur, ses olur, resim olur, hep yaşar. Bundandır ki, Beytzabday’den bahsedilirken daime yüzlerce yıllık hafıza mekan olur ve yaşar.

  1970’ lı yıllar idil’de İlk Orta Okul

1970 yıllarda ilk 0rta okul idilde açılınca Süryaniler arasına bir ilk olarak ailesi, onun kaydını Ortaokula yaptırdı. Onunla birlikte bazı Müslüman aileler de kızlarını okula kaydetti. Bunların başında Suzan Sönmeztürk, Fidan hocanın ablası, Esteli Ziraat Bankası Müdürü Emin Erdemin kızı Muala, Esteli Arzuhalci Şehmus Uğurelli’nin kızı Emine hatırladığım kızlardı. Süryaniler arasında malum Efrem Kaya’nın kızı Begi Kayar kayıt yaptırmıştı. Daha sonraki yıllarda Ortaokul hademesi Yusuf Yalman’ın kızı Sabriye kayıt yaptıranların arasına katıldı.

O devirde kızlar yaşları kamıl olmamasına rağmen, gözlerimiz onlara, kamil bir bayan gözü ile bakılıyordu. Pantlonlu olunca vallahi bu tamamdır diyorduk. Hemen “Anne bunu bana acele iste diyorduk.” Sevmiş,sevmemiş, vız geliyordu. Bu yıllarda, kızlar çarşıya pantlonla çıktığı yıllardı. Evvelinde, çoğu entari ve fistan giyiyorlardı. Şairin deyimi ile; Dördünde güzelliği hamre şekerine benzer, On beşinde güzelliğin çağıdır. Onaltı da gören aklın dağıdır.

Sarı kumral saç üzerine giyilen, bazen koltuk altına taşıdığı okul şapkası ile çıkarken İdil çarşısını alt üst ediyordu. Yaşantı tarzı İdil’de ki Süryani’ye göre değildi. Yabancı biri gibi davranıyordu. Bir subay ya da memur kızı gibi davranıyordu. Süryani gençlere bir üst perdeden bakıyordu. Tilki’nin dönüp dolaşıp, sonunda kürkçü dükkânına geleceği aklına gelmiyordu. Zamanın şartlarına göre en şık giyinendi. Ufak tefek boyu, mavi mini eteği ile yapışkan çamurla örtülü sokaklarında bata çıka yürürken, başının üstünde duran şapkasının altındaki kumral saçları, boynuna doladığı eşarpla, güzelliğine katığı güzellikle sokakların, İdil çarşısının altını üstüne getiriyordu. Güzelliği ile ortalığı yakıyordu. Yangınlar estiriyordu. O devirde öğrencilerin şapka giyinme zorunluluğu vardı. Şapkayı giyen ayrı bir değer kazanıyordu. İnsanlar onlara gıpta ile bakıyorlardı. Şapkaların ilginç tarafı hem erkekler hem kızlar takıyorlardı. Kız öğrencilerde Siyah önlük, beyaz yaka ile birlikte aksesüvarlerini şapka tamamlıyordu. Çarşıda, pazarda, sokakta öğretmenleri ile karşılaşan öğrenciler ciddiyetle kendine çeki düzen vererek selam veriyorlardı. Öğretmen lütuf ederse alırdı selamı. Rahmetli arkadaşımız Ümit Geçim bu kuralı en iyi uygulayan öğrencilerdendi. Nur içinde yatsın.

  Özel ders öğretmeni

Begi hanımın anlattıklarına göre, ortaokulda matematik derslerinden pek başarılı değildi. Matematik’ten düşük not alınca, ailesi ona özel ders verecek birisini aradılar. Akla ilk gelen, Ortaokul öğrencisi, sınıfları iftiharla geçen Hanna Karanfil geldi. Hanna Karanfil, uzaktan uzağa Begi hanıma bir duygu bağı vardı. Ama bugüne dek duygularını Begi’ye karşı dile getiremiyordu. Davranışları, terbiye sınırları içerisinde, çekingen ve mütevazı, duygularını koynunda taşıyordu. Ne derseniz deyin özel ders teklifi Hanna’yı heyecanlandırdı. Ne demek Begi hanımla diz dize, göz göze gelecek bir odanın içinde aynı havayı solacak. Ne demişlerdi, “ Körün istediği bir göz Allah vermiş iki göz.” Özel ders başlar. Hanna akşamları Begi’nin evine gelir. O devirde evlerde öğrenci masası ve sandalyesi ne gezerdi. Ulu ortada oturulur ders çalışılırdı. Hanna öğretmen, Begi Öğrenci, Begi aldığı özel ders sayesinde matematiğini geliştirmesine geliştirirde ama Hana bir türlü ilgisini söyleyemedi Begi’ye.lan güzelden ben de anlarım. Bu yeşil gözelere bir bak. (Ber mal dermene) diyemedi. Vallahi diyemedi.

Belki kapının önünde uzanan tiksindirici, siyah kıllı fino köpeğinin gazabına uğradı.(Başka bir zaman etrafınca malum bu siyah kıllının olayını anlatacağım.Faili kibrit kutusundadır. Kurtulması zor.)

Begi ailesinin isyanı; Biz kızlarımızı İdil’i Süryanilere vermeyiz. Gerekçe neydi? Begi hanımın ailesi Süryani Katolikti. İdil’in ekseriyeti Süryani Ortodoks’tu. Diğer dinlerde olduğu gibi mezhepsel ayrışma söz konusuydu.Papaz olan rahmetli dedesi  Cercis Kayar 1940 yıllarında İdil’i Süryaniler tarafından, komünizm propagandası yaptığına dair şikâyet edilir. Hakkında soruşturma başlatılır. Devrin hapishane sorumlusu Mustafa Efendi, evine gelir, bütün kitaplarına el koyar. Kendisini alırlar, çarşının işinden geçirirler, soruşturma için karakola getirirler. Yapılan soruşturma neticesinde bir şey çıkmaz, kitaplarda dini kitap olduğunda bir zorun olmaz. Bu Papaza büyük bir iftira idi. Abune Cercise karşı yapılanları babamdan duymuştum. Bilgileri o vermişti. Geçenlerde İdil tarihçisi olan öz dayım Mihayel Hannuş la  bu bilgileri teyit etmek için sordum. Bilgilerin hepsinin doğru olduğunu söyledi.

1960 yıllarında Abune Cercis Kayar öncülüğünde bir Süryani Katolik kilisesini inşa etmek isterler. Bizim evin bitişiğinde kilisenin temeli atılır. Gene aynı kirli olan zihniyet harekete geçer. Kilise inşa etmek yasak olduğunu fırsat bilerek şikayet ederler. Kilisenin inşası durdurulur. İftira üstüne iftira atarlar bu aileye. Bunlar Müslümanlar değildi. Şereften namustan nasibini alamayan kişilerdi.İşte bu sebeplerden dolayı Begi hanımın ailesi İdil’i Süryanilere mesafeliydi, kızlarını vermeyeceğini söylüyorlardı.

Babası Efrem Kayar telkinini yüksek perdeden yapıyordu. Neticede Begi böyle bir evde ve atmosferde büyüdü. Onu seven onlarca Süryani’ye karşı mesafeliydi. Çünkü ailesinin tutumunu biliyorlardı. Onları kıramazdı. Babasına düşkünlüğü had safhadaydı. Bir yerde de çaresizdi. Güzeldi. İsteyeni çoktu. Cesaret edipte aileden isteyemiyorlardı. İdil’i bir Süryani talibi çıkmıştı. Cüneyt Arkın kadar uzun boylu ve yakışıklıydı. O zamanlar elde radyo taşımak modaydı. Radyosunu eline alır, Erzurum radyosunu açar, İspanyol paça pantolonu, beyaz ceketi, kıvırcık saçları elinde radyosu Begi’nin gittiği okulun etrafında dolanırdı. Dolanır dururdu. Bagi ablam nazlıdır, havalıdır, uzaktan durumu inceler, hayaller kurar onun hakkında, konuşurlar, bakışırlar, gizli gizli mektuplaşırlar.

 Nezir Konutgan kardeşimiz posta hanede çalıştıkları için, mektuplar onun vasıtasıyla Begi’ye ulaşıyordu.Bir gün Nezir mektubu evde kuyun başında Begi’ye tam teslim edecekken annesi görür. Durum ifşa olur. Annesi Begi’yi uyarır. Bu iş olmaz, aile bize göre değil. Bunu bilmelisin der. Begi çaresiz babaya bakar. Babanın evde fazla lafı geçmiyordu.Dizginler annenin elinde olunca, son sözü de anne söylerdi.Baba”Rabe rune başka bir şey yok.”

İDİL’E SIĞMAYAN GÜZELİK MİDYAT YOLUNDA

İdil Belediyesinde o dönemde çalışan Şabo adında Süryani, Midyatlı, elektrikçi olan bu şahıs vardı. Begi’lere komşuydu. Kayar ailesini yakından tanımaktaydı. Şabo’nun hanımı Begi’nin güzelliğini görünce etkilenir Almanya’da olan akrabasına tavsiye eder. Begi’nin görücüleri gelirler. Damad adayı Begi’den 20 yaş büyüktür. Kibar, dürüst bir beyefendi idi. Ziyafet için masa kurulur, şarap ve mezeler getirilir. Muhabbet başlar. Elektrikler kesilse de bazen, Begi’nin ihtişamlı güzelliği etrafı aydınlatıyordu.

Bir anı geldi aklıma. Anlatmadan geçemem. Rahmetli Gorgis Cıma Pugar, hoş şakacı bir insandı. Annesi “Oğlum Gorgis, bütün İdil’lerin evinde elektrik var bir bizde yok, neden bir çare bulmuyorsun “ deyince, Gorgis “ Yade elektrik bize niye lazım ki, rahmetli hanımı Naime teyzeyi kastederek “Anne Naime’nin yüzü bütün evimizi aydınlatıyor, öyle değil mi anne.” Anne gülerek “ Vallah doğrudur.” Dedi

Gecenin ilerleyen saatlerinde annesi Begi’yi çağırır ve söyler “Bak kızım bunlar seni istemeye gelmişler, evet dersen Almanya’ya gideceksin unutma.” Begi uzatmaz adama bakmadan annesine “Anne hep senin dediğin olmadı mı, bugünde senin dediğin olacak.” dedi. Kahrolası aile geleneğine, aşk yok, sevgi yok, mecburi boyun eğmeler, suya düşen hayaller, çaresizlikler, biten ümitler çemberinde gelenlere evet denildi, alkışlandı, çekilen tililerden mahalleliler yatırılmıyordu. Bizim eve 50 metre mesafedeydi. Sevinçleri bizim eve kadar ulaşıyordu, işitiyorduk. Urfalı şairin dediği gibi, “Hayro gelin seni vermişler Midyat eline, Midyat kurban olsun senin gibi geline.”

 BASİT BİR MİNİBUS İÇİNDE YANGINDAN MAL GİBİ KAÇIRILAN BİR  GELİN.

İdil çok gelinler gördü. Kimi atlı, kimi yaya, elleri kınalı, duvaklı damadın evine giderlerdi. İdil ilk defa böylesi ucuz, kıymetsiz, sönük bir gelin uğurlamasına tanıklık ediyordu. Ortalıkta sessizlik hâkim. Gideceğini duyan gençler üzgün mü üzgün.  Gelinin, gelinliksiz duvaksız olması herkesi şaşırttı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Bilmeyen bilene soruyor, neden böyle diye. Nihayetinde evlilik söz konusu, gelin Almanya’ya gidiyor. Her nedense Begi hanımın ailesi üzerinde sanki büyük yük inmiş havası vardı.

Son kez İdil caddelerine bakarak ( Sebra dilemin hebu hebu vallahi hebu diyemeden ayrılıyordu.) Kafese sokuldu kendi yolunda yürümeden başka diyarlara gönderildi. Bu evliliğin fazla sürmeyeceği dedikodusu İdil’de çabuk yayılıyordu. Söylentiler almış başını gidiyordu. Biri  damada sihir yapıldığını, falekens kuşunu bağlamış derken, Begi ailesiyle birlikte Almanya’dan izine geliyorlardı. Adam benden bu kadar deyip Begi’yi İdil’de bırakıyordu

Daha sonra anlatılanlara bakılırsa Begi’nin ailesinin ideasına göre adamda, Boşanma gerçekleşir. Begi bütün olanları, dünü, o günü yanık ve güzel olan sesiyle iki dağın arasında kalmışım, bülbül gibi daldan dala konmuşum. Anne beni bir kötüye verdiniz, günahıma girdiniz türküsünü İdil’de moda yapar. Bizlerde arada bir söylemeye bakarız.

Bunalımlara düşen bu idil dilberi, idil’den kaçmamanın yollarını aralar. 1978 yıllarında idil’den ayrılır İsveç’e gitme niyetiyle yola koyulur. Bir şekilde İsveç’e ulaşır. Ablası Azize’nin evinde kaçak olarak kalır. Bir gün polis kaldığı eve baskın düzenler. Yakaladığı gibi sınır dışı edilir. İsviçre’den, İsveç’e girmişti tekrar onu oraya gönderirler.

Seyde gösterişler ona sahip çıkarlar, misafir ederler. Orada da bile bazı tanıdık, arkadaşlar ona talip olurlar, evlenmek için teklifte bulunurlar. Ama kendisi sevmediğim birini almam der. Sonra tekrar kaçak yolarda arabayla İsveç’e götürülür. Yorgun düşmüş, karizması çizilmiş, iki cente muhtaç duruma kalmış. Yok artık o yürek hoplatan Begi.Enişte evinde kaçak kalmak kolay bir iş değil. Bir gün eniştesi  bir arkadaşını getirir tanıştırır. Begi yorgun düşmüştür artık, sağlıklı düşünemiyor istediği adam olmasa da onunla evlenmeği kabul eder. Güzelliği ona bela olur adeta kıskançlıklar, bastırmalar, eziyetler üst safhada. Boğuşmalar, itişmeler derken boşanmaya karar verilir. Boşanırlar.  Acıyla yoğrulmuş bu kadın, artık hayata dik dursa da eziyetler, travmalar ve mutsuzluklar vücudunda ve ruhunda her zaman var olacaktır. Kötüye düşmüş, gönlü kırgın, sevdiğinden etmiş buna rağmen azmini ve mücadelesini kaybetmeden hemşire okuluna giderek hayatına baş hemşire unvanıyla devam ediyor. Dünyada sürgün güzeller güzeli Begi hanım, gençlik yıllarımın, bir çok anılara eşlik etmesi ve bu güne kadar ki yaşamıma, yoldaşlığı nedeniyle bende yeri hep ayrı  olacak

Gençlik hayatını yazmak istedim. Yazarken duyduğum heyecan, keyifye hüzün okurlar da duyumsa bilir. Begi hanımın Şefkat dolu kalbin içinde hazinliği, yarayı gören, bilenlerdeniz. Âşık Seyrani deyimi ile  “ Sakla sen anlat, gizlenmiş mecazlardan yamaçlardan geldim. Sana acınla bitmiş bir serüveni yazmak kolay değil onca zamandan sonra.”

 Başka bir yazıda buluşuncaya dek. Bakalım  şaiir ne demiş?

Bir başıma kaldım,  ben bu dünyada.

 Sürmedim sefasını, geçti  devranım,

Yanık şiirlerde buldum dermanımı,

Yuvam darmadağın oldu olalı,  etrafıma bakar, bakar  ağlarım.

Söz: Havanur Ulaş Bilge

Lahdo sağ

YORUM EKLE
YORUMLAR
Nezir Konutgan
Nezir Konutgan - 2 yıl Önce

Acı ve hüzünle dolu Begi’nin yaşam hikayesini dile getiren yazar Lahdo sağ kardeşimize teşekkür eder, yüreğine sağlık, kalemin bol olsun.
Her insanın dramla dolu hayat hikayesi vardır, aynı sınıfta olduğumuz Begi işte bunlardan biridir.
Yazar makalesinde aktif ve gerçekçi olup bitenleri yazarken bize eski anıları ve İdil’de yaşanan sevdayı dile getirir.
Günlerdir özlemek beklediğimiz yazar Lahdo sağ ‘ın makalesi sunuculara original ve gerçekleri yazarak bizlere sunuyor .
Başta yazar Lahdo bey ve idil haber tüm emek verenlere çok teşekkür ediyorum
Sevgiyle, saygıyla

Nilgün Dengin
Nilgün Dengin - 2 yıl Önce

Lahdo bey bizi geçmişimize götürdün. Bu durumu hepimiz yaşadık. Anlatıklarınızın çemberinde Berdeli durum vardı. Seni istediğine değil, istemediğine verirlerdi. Bizde bu durum çoktu. Sizde varmıydı bilmiyorum. Yazdıklarını okuyunca aklıma o eski durumlar geldi. Yazı geleneksel bir yazıdır. Toplumda yara olmuş bir durumu kaleme almışsın. Keyifle okudum eline sağlık lahdo bey. İdil haber e de ayrıca teşekürler.

Mehmet emin bozkuş
Mehmet emin bozkuş - 2 yıl Önce

Lahdo Sağ'ın eline sağlık. Mükemmel bir hatıra. Mükemmel bir zenginlik. Hani derler ya bir solukta okudum. Bendeniz bir solukta okudum. Sebebi de akıcı, somut, yalın, akıcı ve en önem arz eden yönü olduğu gibi yazılması.. Umarım Lahdo Sağ da bir gün kendi aşkını da özgürce yazar.

Rahim
Rahim - 2 yıl Önce

gene döktürmüşsün Lahdo. DIL PİR NABÊ

kerim Togan
kerim Togan - 2 yıl Önce

Azeğ ‘ın tanımış Aylerinden.Gencecik bir bacımızın gerçek olan geçmiş hayatını bizlere dile getiren idil haber yazarı Lahdo Sağ’a tek kelimeyle.
(Tevdi Segi)Yani çok çok teşekkür ediyorum.

Bahsedilen Bacımız Begi’nin hüzünlü geçen hayatına sebeb olan insanlar. Lahdo Sağ Abemizin yazısını okuyup belki hatalarından ders alırlardı. Elbette ozamanlar İdil’de (Bekoye) xavenler
Fitne u fesed eden insanlar coktu.
İnşaAllah şimdiki nesil bu gibi hatalardan ders alıp çocuklarına hüzünlü bir hayat yaşatmasınlar.
Acılar, kederler,Kader denilen hepimizin hayatında olabilir.
Ama Hayat devam etmeli.
Begi Bacımıza geri Kalan hayatında çocuklarıyla, sevdikleriyle mutlu ve sağlıklı bir ömür dilerim.
kerim Toagan